''Zaman geçiyor. Trenler son duraklarına ulaşıyor. Ben ise hala ilk durakta kaçan trenin hesabını soruyorum kendime.'' ↫엘리프 일기 ↫Elif'in Günlüğü ↫Elif's Diary





(Bana ulaşmak isterseniz gmail'le yazabilirsiniz!)
Gmail: leyden535@gmail.com


Ben hep çok sevdim. Hep daha fazla değer verip zarar gören de bendim. Herkes kendi hayatına dalıp kaybolurken ben o durakta hep gelir ümidiyle bekleyen oldum. En çok kafaya takan, kendine inanmayan, güçsüzüm deyip duran ve yazmaya çalışan oldum. Kimse beni umursamadı ama ben hep el üstünde tuttum herkesi, her şeyi. Hep ama hep insanlara o iyi olsun da bana bir şey olmaz dedim. Hep acısını üstlenen, canı yanan ama son raddeye kadar gık demeyen oldum. Alttan alan olmaya çalıştım. Ve de buldozerin altında preslendim. Kitapçılarda hırpalanan kitapların yayın evine geri gönderilip oradan da yok edilmesi gibiydim. Okunmadan yok edildim yani. Okunsam bile elden ele en çok yıpranan oldum zamanla. Çabuk güvenen, hep zararlı çıkan. Derin düşünen, rahat gibi duran ama kafasında milyonlarca olay dolanan bendim yine. Yani en sorunlu ve uyumsuz olandım. Düzgün bir şeyler yapmaya çalışırken rezil eden, batıran, en iğrenç şeyleri yaşayan, yaşatan oldum. Aile ne demek bilmiyorum. Mutluluk, zafer, başarı..... ve çok daha fazlası.
Bunlar ne demek?
Yanımda dost istedim. Ben isterim de bulunur mu? Gökten para yağması kadar imkansız oldu elbette. Ben istedim, yanımdakiler bilerek yapıyorcasına istediğim her şeye sahip oldu. Hem de benim kadar istemezken. Ben olamadım ama. 
Hep enleri yaşadım. En hüzünlü, en berbat, en kötü....
Aklım durmadı. Kalbim de devam ettirdi. Sakin olmaya çalıştım. İnsanlar ne kadar küçülebildiklerini görebilsin ya da en azından fark edebilsin isterdim. Kendinin farkında olan insanlar. Ah ne kadar da uzak geliyor bana. Şöyle bir şey de var elbette, Yaşattığını yaşamadan ölmeyeceksin!
Bu cümle hem sevindirdi beni hem de korkuttu. Hem yaşadım hem yaşattım çünkü. 
Duygularım bir hızlı tren gibi. Ama çoğunlukla hüzünlü. Olduğum dünya aslında böyle olmam için bir zeminmiş. Bunu çok sonra anladım. Hiç destekçim olmadı. Hep tek kalmayı seçtim ben de . Yazmaya nasıl başladım bilmiyorum, ne zaman kitapları bu kadar sevdim onu da. Zaman geçiyor. Trenler son duraklarına ulaşıyor. Ben ise hala ilk durakta kaçan trenin hesabını soruyorum kendime.

Giden gitmiş, olan olmuş biliyorum. Ama elimden düşünmekten başka bir şey gelmiyor. Düşünmeye başlayınca da iki kelimeyi bir ara getirebiliyorsanız yazıyorsunuz işte. Hayattaki her şeye karşıymış gibi görünüyorsunuz. Umutsuz diye nitelendiriliyorsunuz. Melankolik, depresyonlu, kendini beğenmiş, feminist,..... diye gidiyor sonra. Ben kimseye beni nitelendirebilecek kadar, beni tanıyacak kadar kendimi açmadım ki!
Hep mesafeliyim. Uzak ve soğuk da. Beni tanımayanlar bana önyargıyla yaklaşıyorlar. Her şeyi hissedebiliyorum ben. Beni seven ya da sevmeyenleri de. Sonrası da itiraf. Azıcık beni öğrenen sen öyle değilmişsini yapıştırıveriyor sonra. Beni nereden biliyorsun? Ben bile kendimi tanımazken. Ben çoğu zaman kendime dayanamazken, nasıl yanımda birileri olsun ki?
Sadece yazmayı seviyorum. Satırları içimdekilerle doldurmayı. Yazıp yazıp atmayı. Son zamanlarda kendime göre kitap da bulamıyorum. Dizi izlemelerim hep bundan işte. Bana bir şey katmasalar bile, kitapsızlıktan. Güzel şeyler hissedememekten. Bedenimdeki kortizol bu yüzden. Kulağımdan hiç çıkmayan kulaklıklar da.
  

Ve artık yanımda beni sevdiğini kalpten hissettiğim o insan da yok. Aile dediğimiz kavramın içinde beni tek seven kişi artık ebediyette. Üzgünüm. Ağlamak iyi gelmiyor. Bedenim üzüldüğümde glikoza dönüşen yağlarla savaşamıyor. Acımı bile yaşamamam gerekiyor. Aklıma geliyor ansızın. Ruhuma yer eden şeylere karşı koyamıyorum. Ama biliyorum ki ben daha iyi olmalıyım. Belki de bu sadece avuntum oluyor. Bir şeyler değişmeyecek. Bir süre sonra buna da alışacağım belki ama zor geliyor işte. Bir hayatın sonunu kabul etmek bana çok zor geliyor.